Dede Korkut Kitabı’nın ön sözünde, onun için, “Peygamber zamanına yakın, Bayat Boyu’ndan koptu (çıktı, dünyaya geldi), Oğuz’un tamam bilicisi (bilgini, bilgesi) idi; ermişliği görülmüştü, “Ne dese olurdu; gaipten türlü haberler söylerdi. Tanrı onun gönlüne ilham ederdi; Oğuzların müşkülünü hallederdi; ne iş olsa ona danışmayınca işlemezlerdi, sözünü tutup tamam ederlerdi ” denilmektedir.
Reşidüddin’in Cami üt-tevarih’inde Bayat Boyu’ndan olup, babasının adının “Kara Hoca” olduğu, çok akıllı, bilgili ve keramet sahibi bulunduğu, İnal Sir Yavkuv Han’a vezir olduğu Kayı İnal Han’a danışmanlık ettiği, 295 yıl yaşadığı, güzel sözler söyleyip, kerâmetler gösterdiği han tarafından elçilikle Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gönderilerek Müslümanlığı kabul ettiği yazılıdır.
Hasan Bin Mahmut Bayati (xv.yy’ın ikinci yarısı) adlı yazarın Câm-ı Cem-âyin adlı esrinde, Oğuzhan soyundan gelen kara Han tarafından Medine’ye Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gönderildiği orada İslâmlığı kabul ettiği, Oğuzlara İslâmlığı öğretmek için Selman Farsi ile birlikte geldiği kayıtlıdır.
Bahr Ül-ensab adlı eserde de Oğuzlar’ın hanı Bayındır Han tarafından Dede Korkut’un Kazan Han ve Dündar Bey ile birlikte Kâbe’ye Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gönderildiği, bunların orada imân getirdiği, Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından görevlendirilen Selman Farsi’nin onlarla birlikte Demirkapı’ya geldiği, Oğuzlar’a İslâmlığı, namazı, orucu öğrettiği ve Dede Korkut’u içlerine Şeyh diktiği yazılıdır.
Ebül Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime adlı esrerinde Dede Korkut’un Kayı Boyu’ndan geldiği, babasının adının “Kara Hoca” olduğu, kendisinin Sir Derya Nehri’nin aşağısında (Oğuzlar’ın eski yurdu) beş Han’a vezirlik ve danışmanlık ettiği, Abbasiler devrinde yaşadığı, 295 yıl ömür sürdüğü anlatılır.
Ali Şir Nevai’ nin Türk evliyalarının hayatlarına ait Nesaim Ül-muhabbe adlı eserindeKorkut Ata’nın, kendinden önce olmuş ve kendinden sonra olacak olaylardan haberler verdiği, vaaz yolunda çok sözler söylediği kayıtlıdır.
Kazak-Kırgızlar’ ın inanışına göre deKorkut Ata en büyük ermişlerden sayılmakta, Kazak-Kırgız baksılarının[1] en büyük piri olarak görülmektedir. Yine Kazak-Kırgızlar’ın inanışına göreKorkut Ata, ilk kopuzu yapan ve ve şamanlara kopuz çalmayı ve şarkı söylemeyi öğreten ilk şamandır. Kırgızlar’ın Manas Destanı’nda da onun adına rastlanmaktadır.
Dede Korkut’un yüz yıl yaşadığına ve ölmediğine de inanılır. Sir Derya Nehri boyunda “Korkut” adlı yerleşim yerinin yakınında mezarının olduğu söylenmektedir.
Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelerde ve onun, bu eserin başındaki mukaddimesinde söylencelere ait uygun işler yaptığı görülmektedir:
*Çocuklara ad verir: Azgın bir boğayı yenen çocuğa “Boğaç Han”, bir başkasına “Boz Aygırlı Bamsı Beyrek”, aslan tarafından emzirilerek büyütülen çocuğa “Basat” adlarını verdikten sonra “adını ben verdim, yaşını Allah versin” der. Kız kardeşi Banu Çiçek’i isteyenleri öldüren “Deli Kaçar’dan” Banu Çiçek’i istemeye gider. Deli Kaçar, Dede’ye kılıç çalmaya kalkınca eli havada asılı kalır. Elinin iyileştirilmesini isteyen Deli Kaçar, Dede’nin gösterdiği kerâmetle eli iyileşince Banu Çiçek’i, Bamsı Beyrek’e verir.
Oğuz kavmi “Tepegöz’ün” elinde zebun olunca, günde beş yüz koyun ve iki kişi vererek; Oğuz’un yok olmamasını sağlar.
Gürcistan’dan haraç olarak altın, akçe yerine “bir at, bir kılıç, bir çomak” gelince, bunu beyler arasında nasıl bölüştüreceğini kestiremeyen Bayındır Han’ın müşkülünü çözer. Gelen haracın üçünü de sınırda “karakol görevi” yapmak kaydıyla Beğil Bey’e verir.
Savaşa çıkan yiğitlere öğüt verir. Beğil Oğlu Emren ile Yeğenek, gördükleri düşlerini anlatırken “Ak sakallı Dede Korkut’tan öğüt aldım” derler.
Dede Korkut, bütün hikâyelerinin sonunda şair ve bilge kişiliği ile ortaya çıkar. Boy boylar, soy soylar. “Dünya benim” diyenleri ecel alıp, yer gizlediğini; fani dünyanın kimseye yâr olmadığını, gelimli-gidimli dünyanın son ucunun ölümlü olduğunu belirtir. Sazıyla neşeli havalar çalar, gazi erenlerin başlarına neler geldiğini söyler. Hikâyenin kişisi hakkında bir Oğuznâme düzer, koşar. “hayır duâ edeyim Han’ım!” diyerek Han’a duâ ile bitirir.
DEDE KORKUT KİTABI
DEDEMKORKUT ALÂ LİSÂN-I TAİFE-İ OĞUZAN
(Oğuzlar Boyu’nun Dili İle Dedem Korkut Kitabı) Destansı Türk halk hikâyeleri derlemesi (XVI. yy.) eserin ilk yazması bulunabilmiştir.
1- DRESDEN YAZMASI
Dresden Krallık Kütüphanesi’ndeki yazmada 1 giriş ile 12 hikâye vardır. Dede Korkut Kitabı’nın bilinen ilk nüshası budur. Bunun VON DİEZ tarafından kopya edildiği söylenen bir kopyası Berlin Krallık Kütüphanesi’ndedir Berlin nüshası Kilisli Muallim Rıfat (Bilge) tarafından Arap alfabesiyle bastırılmış.
Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisân-ı Taife-i Oğuzan İstanbul 1916. Daha sonra Orhan Şaik Gökyay tarafından bastırılmıştır; Dede Korkut İstanbul 1938.
2- VATİKAN YAZMASI
Vatikan Kütüphanesi’nde Türkçe yazmalar bölümünde yazmada bir giriş, 6 hikâye vardır. Bu nüsha İtalyan Türkoloğu Ettore Rosi tarafından, İtalyanca çevirisi ile birlikte bastırılmıştır. Dede Qorqut, Vatikan 1951.
Her iki nüshanın karşılaştırmalı baskıları yapılmıştır; Prof. Dr. Muharrem Ergin Dede Korkut kitabı 2 cilt Ankara 1958-1963; Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkut’un Kitabı, İstanbul 1973.
Kitap Azerbaycan’da Hamit Araslı tarafından da iki kez bastırılmış (1939-1962) Ayrıca W.W. Barthold tarafından Rusça’ya (1950-1962), Ettore Rosi tarafından İtalyanca’ya (1952), Joachim Hein tarafından Almanca’ya (1958) çevril-miştir.
Hikâyelerin çoğunda XIII. yy’da Kuzey-doğu Anadolu bölgesine gelip yerleşen ve Akkoyunlular’ın dedeleri olan Türkmenler’în yani Müslüman Oğuzlar’ın, komşuları Rum, Ermeni ve Gürcü devlet ya da beylikleri ile aralarında yaptık-ları savaşlar; kendi iç çekişmeleri; bazılarında da doğa üstü varlıklara karşı giriştikleri şavaşımlar anlatılmaktadır. Bütün hikâyelerin başlarında ve sonlarında “Hanım hey, hanım” diye seslenilmesi, hikâyelerin Han’ın bulunduğu bir toplulukta anlatıldığını göstermektedir.
Hikâyelerde Oğuz boylarının serüvenleri ayrı ayrı ele alınmıştır. Her biri başlı başına bir bütün olmakla birlikte, çoğunda aynı kişilerin bulunuşu ile her hikâyenin sonunda Dede Korkut’un ortaya çıkarak boy boylayıp, soy soylaması hikâyelerin bir bütün olduğunu göstermektedir.
Hıristiyan beylerle savaş yapan Oğuz Beyleri’nin anlatıldığı hikâyelerde aşağı yukarı aynı konular tekrarlanmıştır. Beyler baskına uğrarlar, ya da güçlerinin yetmemesi nedeniyle tutsak düşme tehlikesi doğar veya tutsak olurlar. Bu durumda olanlar, bir süre sonra babaları, oğulları veya sevgilileri tarafından kurtarılırlar. On iki hikâyenin yalnız üç tanesinde (Deli Dumrul, Tepegöz, Kan Turalı) ötekilerden ayrı birer konu işlenmiştir.
Bazı kahramanlarında olağanüstü güçler vardır. (Selcen Hatun ile Kan Turalı tek başına altı yüz kâfire karşı koyarlar. Uşun Koca Oğlu Seğrek bir keresinde altmış, ikinci defasında yüz kâfiri kılıçtan geçirir.
Düşmanları tarafından urganla bağlanan Salur Kazan, bir gerinişiyle urganları koparır. Dirse oğlu Boğaç daha on beş yaşındayken azgın bir boğayı alt edip öldürür. Kanglı Koca oğlu Kan Turalı bir defasında çok azgın olan bir boğa, aslan ve deveyi yener.) Hikâyelerin kahramanlarını bazıları da vücut yapısı bakımından doğal yaratılmışlığın üstünde bir yapıya sahiptirler. (Düzmürt Kale’si Tekür’ü Arşın Oğlu Direk Tekür altmış arşın boyu vardır ve altmış batman gürz kaldırır. Kazan Han’ın dayısı Atağızlı Aruz Koca’nın altmış öğeç derisinden yapılan kürkü topuklarını örtmez, altı öğeç derisinden yapılan kalpağı kulaklarına inmez.) Hikâyelerin bazılarında doğa üstü varlıklara da yer verilir. Konur Çoban’ın bir pınar perisi ile ilişkisinden Tepesinde tek gözü bulunan bir yaratık meydana gelmiştir. (Anasının parmağına taktığı bir yüzük sayesinde vücudunu ne kılıç keser, ne de ok işler. Tek başına bütün Oğuz’u perişan eder.)
Deli Dumrul Azrail Aleyhisselâm ile savaşa girişmeye kalkar. Bazı kahramanlarında da Allah’ın verdiği güçlerle kerâmetler göstermeleri anlatılır. Karacık Çoban’ın altı yüz kâfirle tek başına savaşması, Kazan Han’ın onu ağaca bağla-masından sonra bir silkinişte ağacı kökünden sökmesi, Dede Korkut’un duâsı ile kendisine kılıç vurmak üzere olan Deli Kaçar’ın elinin havada asılı kalması...) bakımlarından hikâyeler destansı bir özellik gösterirler.
Yalnız nesirle yazılmaları, kısa olmaları ve ayrıntılar üzerinde durmamaları yönünden de destan sayılmamaları gerekir. Bununla birlikte eski Türk destanlarının izleri de sezilmektedir.
Bu hikâyeler XV.yy’da yazıya geçmiş olmakla birlikte, halk arasında her halde çok eski zamanlardan beri yaşamışlardır. Orta Asya’dan göç eden Türkler ile birlikte Kuzey-doğu Anadolu’ya gelmiş, burada İslami bir renk alıp, yeni serüvenler işlenerek birtakım değişimlere uğramış oldukları anlaşılmaktadır.
Hikâyelerden bazıları masala kılığına girerler. (Bamsı Beyrek, Tepegöz, Deli Dumrul) Bunlar halk arasında bugün bile söylenmektedir. Bu hikâyeler ile Yunan Mitolojisi arasında bazı benzerlikler vardır. (Bamsı Beyrek ile Tepegöz, Homeros’un Odyessia / Deli Dumrul da Eupirides’in Alkestis tragedyasında işlenen efsane ile benzerlik gösterir.)
Bütün halk hikâyelerinde olduğu gibi Dede Korkut hikâyelerinde de düz yazı ile şiir karışık kullanılmıştır. Hikâyecinin anlattığı yerler düzyazı ile yazılmış, olaylar sırasında kahramanların ağzından söylenenler şiirle verilmiştir.
Benzetmeleri çoklukla hikâye kişilerinin çevrelerindeki doğa parçaları, hayvanlar, bitkiler ya da kullandıkları araçlarla ilgilidir. (Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdı, kaza benzer gelinimin, kızımın çiçeği oğul... Güz elması gibi al yanağını yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu... vb.)
Bütün hikâyeler, günümüz masal ve meddah hikâyelerinde olduğu gibi kalıplaşmış bir takım sözlerle başlar ve biter.
Bugüne kadar yerli ve yabancı pek çok incelemeci tarafından çeşitli yönlerden incelenmiştir. Dede Korkut üzerinde çalışan herkes, onun Türk Halk edebiyatının en güzel örneklerinden biri olduğu noktasında haklı olarak birleşmişlerdir.
[1] BAKSI=(BAHŞI): Kam(şaman), ruhlarla ilişkide bulunan din adamı, hekim; ezgiyle şiir söyleyen ozan.